..::MENU::.. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DARGEÇİT TARİHİ |

Dargeçit için tarih boyunca değişik adlar kullanılmıştır. Bunlardan bazılar; Kher-Boran, Kfar-Boran, Kerburan, Kerboran isimleridir.
Tarihi çok eskilere dayanan Dargeçit'nın bilinen eski meskunlarının burada yasayan Süryaniler ve Kürtler olduğu biliniyor. Milattan sonra 4. yüzyılda Samanilerin iktidarı döneminde Dargeçit ve yöresi Hristiyanlıkla tanışır. O dÖnemde Hristiyanlaşan kesim yalnızca yörede yaşayan Süryanilerdir. Kürtler ise o tarihte çoğunlukla Zerdüşt inancına mensupturlar. Arapların bölgeye gelmesiyle Kürtler İslam dinine geçerler.
Çok dinli bir yer olan Dargeçit Müslüman, Hıristiyan(Ortodoks ve Katolik) ve Yezidileri barındırmıştır. Mezopotamya'nın yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin insanlık tarihinin ve medeniyetindin başladığı yer olduğunu dikkate alırsak, Dargeçit'in tarihinin ne kadar eskilere dayandığını anlayabiliriz.
Dargeçit'e ilk yerleşenlerin Mardokeliler diye bilinen bir aile olduğu rivayet ediliyor. Kesin olarak hangi tarihte olduğu bilinmemekle beraber Süryani bir ailenin şehri kurduğu söyleniyor. Zamanla aldığı göçlerle büyüyen Dargeçit 1900'lerin basında beş yüz ailenin yasadığı bir şehir oluyor.
I.Dünya Savaşından sonra ekonomik bunalıma giren bazı Süryaniler daha rahat bir yaşam sürmek için Avrupa ülkelerine göç ederler. Ekonomik bunalımın yanısıra maalesef yöredeki bazı kendini bilmez insanımızın süryanilere yaptıkları baskılar sonucu süryaniler yöreleriden edilmiştir. Göçler sonucu Dargeçit nüfusu azalmıştır.
Dargeçit ilçesi 1987 yılında Midyat ilçesinden ayrılarak ilçe olmuştur.
Dargeçit'te halen Müslüman ve Hıristiyanlar birlik ve beraberlik içinde yaşamaktadırlar.
Kiliseler Hristiyan Ortodoks Kiliseleri: Arbaye Mor Sabo Kilisesi (Su an yıkık durumda)Arbaye Mor Gevargis Kilisesi (Su an kapalı durumda) Kerboran, Merkez Meryem Ana Kilisesi (Su an kapalı durumda) Kerboran, Merkez Mor Kuruyakos Kilisesi (Su an kapalı durumda) Kerboran, Merkez Bethil Kilisesi (Su an kapalı durumda) Hristiyan Katolik Kiliseleri: Kerboran, Merkez Suriye Katolik Kilisesi (Su an kapalı durumda)

Dargeçitlinin tarihi...
ARABİ AŞİRETİNİN TARİHÇESİ Yaşamı için tıkla
Arabi Aşireti ile ilgili elimizde yazılı olmadığından, aşiretin nereden ve ne zaman, Mardin ve çevresine gelip yerleştikleri hakkında, daha çok rivayetlerden yararlandık.Bir görüşe göre: 14. yüzyıl da Bağdat ve çevresindeki aşiret kavgaları ve buradaki huzursuz ortam insanları yerinden yurdundan etmiştir.Bu insanlardan biride Abdullah Haşemi'dir. Haşemi üç çocuğunu da yanına alarak önce Dohok'a (Kuzey Irak Bölgesinde Bir Yerleşim Birimidir.) gelmiştir. Bir süre burada çocuklarıyla birlikte ikamet etmiştir. Buradaki ikametten bir süre sonra Haşemi, yaşlılığının getirdiği hastalığa yenik düşmüş ve ölmüştür. Babalarının ölümünden sonra çocukları, Kasım, Bilal ve Cafer bir süre sonra birlikte yaşamışlarsa da daha sonra, Kasım Cizre'ye, Bilal Mamulan'a (Siirt civarlarında bir yer) Cafer de daha sonra Gera Cafer (Caferin Diyarı) denilen boş bir alana yerleşmiştir.Kasım, bir süre sonra geçirdiği hastalık sonucunda ölür. Ortanca kardeşi Bilal de ondan bir süre sonra hayatını kaybeder. Kardeşlerinin ölümünden sonra Cafer tek kalmıştır. Yani artık daha sonra büyük bir aşiret halini alacak olan topluluk Cafer'in devamıdır.Cafer, daha sonra evlenir kısa süre sonra bir erkek çocuk sahibi olur. çocuğuna Muhamed Arab adını koyar.
Gera Cafer dediğimiz yerde uzun bir süre ikamet eden aile geçimlerini yakın çevrelerdeki insanların tarlalarında ırgatlık ve çobanlıkla yapmışlardır.
İkinci bir rivayete göre de Abdullah Haşemi Aşireti kavgalarından değil sadece kendisinin de katıldığı bir ticaret kervanıyla bölgeye gelmiş ve daha sonra burada kalmıştır.
Nejat Göyünc'ün XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı adlı kitabında, Mardin'in Diyarbekir-Musul ve Halep-Musul (İpek Yolu) yolları üzerinde bulunuşu sebebi ile buradan gelip geçen kervanların çok önemli bir rol oynadıkları Mardin'e ait kanunnamelerden, Mardin Naibi Ahmed'in 1654 tarihli arzından ve Mardin'e ait Seyahatnamelerdeki bilgilerden anlaşılmaktadır.Abdullah Haşemi'nin geliş şekli nasıl olursa olsun daha sonra zuhur eden hadiseler aynıdır.

Gera Cafer (Caferin diyarı) de hastalanan ve burada ölen Cafer, geriye oğlu ve karısını bırakmıştır. Muhammed Arab adındaki küçük çocuk annesiyle birlikte çevre köylerin ırgatlığını yapmıştır. Muhammed Arab biraz büyüdükten sonra annesini kaybetmiştir.Muhammed Arab kısa bir süre sonra Baskıla Kıvır (Kısmetli Köy) de ikamet eden ve büyük topraklara sahip olan, ayrıca geniş hayvan sürüleri olan Yekan'nin yanında çobanlık yapmaya başlar. Çevredeki toprakların büyük bir kısmına ve geniş hayvan sürülerine sahip olan Yekan çevrede itibar edilen bir kişiydi. Yekan'nın hayvanlarını güden Muhammed Arab'ın kısa sürede Yekan'nın kızıyla dedikodusu yayılır. Yekan, bu durumu duyunca itibarının zedelendiğini düşünür ve çok kızar.Yekan kızmakla birlikte bunun sadece dedikoduda olabileceğini düşünür ve bu yüzden önce durumun açığa kavuşturulmasını ister. Bunun için iki oğlunu görevlendirir.Yekan'nın Güllü adlı kızı çok güzel olup çokta çalışkan bir kızdı. Babasının büyük sürülerinden o sorumlu tutulur ve bu hayvanların çoğunu o takip ederdi. Muhammed Arabi'nin de çoban olması onların birlikte görünmelerini kolaylaştırıyordu. Kardeşlerini takibe koyulan ağabeyler, bir gün Muhammed Arabi'nin çobanlığını yaptığı sürüyü ziyarete giden Güllü'nün peşine takılır. Güllü ve Muhammed Arabinin sadece sürü hakkında konuştuklarını duyan Ağabeyler ayrıca ikisinin de Ağabey-Kardeş olarak birbirine hitap ettiğini duyarlar. Bu durumu babalarına duyuran Yekan'nın çocukları babalarının rahat bir nefes almalarını sağlamışalardır. Yekan eğer dedikodu doğru çıksaydı. İkisini de öldüreceğini söylemişti. Yekan bir süre sonra kızı Güllü ile Muhammed Arabi'yi evlendirir. Evlendikten iki yıl sonra Yekan'nın hizmetinde çalışan Arabi Yekan'a artık kendi başına yaşayacağını açıklar. Yekan bu duruma üzülmekle birlikte Arabi'nin bu fikrine saygı duyar ve kabul eder. Bununla birlikte Yekan, her sene zekatta ayırdığı hayvanları da damadı Arabi'ye verir. Bunun sonucun da Arabi'nin de küçük bir sürüsü olmuştur. Ayrıca daha sonra Berha Gülike (Güllü'nin Diyarı) olarak isimlendirilecek olan verimli arazileri de kızına çeyiz olarak verir. Bununla Arabi'nin sürüsünü otlatacak otlakları da olmuştur ve sürüsü kısa sürede büyümüştür. Ayrıca bu topraklarda Zirai faaliyetlerde yapar. Bu bölge Kerboran (Dargeçit ilçesi), Halila (kılavuz köyü), Baskıla Kevir (Kısmetli Köyü)'ın tam ortasında yer alır. Muhammed Arabi burada yaklaşık olarak beş sene kalır. Bu süre içinde iki erkek çocuk sahibi olmuştur. Bu beş sene içinde sürüsü de büyümüş ve mevcut arazi artık onu otlatmakta yetersiz kalmıştır. Bu durum Yekan'e izah eden Arabi Yekan'dan eğer mümkünse biraz daha otlak vermesini istemiştir. Damadını seven Yekan onu kıramamış ve toprakları arasında en önemli bölgelerden biri olan "Şatıra" (Kılavuz ve Dargeçit arasında bir bölge)'yı vermiştir. Şatıra doğal mağaraları ve su kuyuları bulunan bir bölgedir.

Hayvanların barındırılma ihtiyacı bu doğal mağaralardan karşılanırken, yazın hayvanların su ihtiyacı da buradaki kuyulardan karşılanmış olacağı için sürünün kısa sürede daha da büyümesi ve verim elde edilmesi sonucu ortaya çıkacaktı. Bu yüzden Şatıra'nın, Arabilerin hayatında ki yeri çok önemlidir.
Muhammed Arabi, ailesini ve sürülerini yanına alarak Şatıra'ya yerleşti. Arabi burada dört erkek çocuğa ve bir kız çocuğa sahip olup çocukların altısı erkek biri kız olmak üzere sekiz tane olmuştur. Erkek çocukların isimlerini Halil, Cafer, Hıdır, Göhreş, Mıco, Şefer, Kasım ve Şirin koymuştur. Çocukları da kendisi gibi hayvancılıkla ve tarımla uğraşmış ve sürülerini daha da büyütmüşlerdir.
Arabîlerin üyeleri Şatıra da kendi işleriyle uğraşırken, Şatıra'ya yakın bir yer olan Arba'da (Ala köy) zalim ve tanrı tanımaz bir kişiliğe sahip olan eşkıyalıkla hayatını sürdüren, milletin toprağına ve ırzına göz koyan Mire Hurusa adında bir kişi Muhammed Arabî'nin kızına göz koymuş ve ona, birkaç gün içinde kızın Arba'da ki kasrına getirilmesini söylemiştir. Arba (Ala köy)'da kendisine büyük bir kasır inşa ettiren Mire Hurusa'nın emrinde onlarca insan yaşıyordu. Bölgedeki herkes onu eşkıyalığa ve ırz düşmanlığıyla bilir ve ondan çok korkardı. Kızını çok seven Muhammed Arabi durumu çocuklarına açmadan çözüm yolu aramış fakat daha sonra bir çözüm bulamayınca hadiseyi erkek çocuklarına anlatmıştır. Bu duruma çok kızan Arabi'nin çocukları hemen ne yapabileceklerini düşünmüşler. En sonunda fikri en küçükleri olan Mıco vermiştir. Mıco'nun planına göre kardeşlerden biri kadın kıyafetleri giyerek Mire Hurusa'ya takdim edilecekti. Bu şekilde Mire Hurusa öldürülecekti. Yoksa başka bir şekilde baş etmeleri olanaksızdı. Çünkü Mire Hurusa'nın çevresinde onlarca adamı vardı. Planı, babaları olan Muhammed Arabiye'de açarlar. Arabi'de planın uygulanmasını ister. Bu iş için kılık değiştirecek olan kişi en küçük kardeş Mıco olacaktır. Mıco en küçükleri olmasına rağmen cesaretli ve gözü pek bir insandı. Dönemin kadın kıyafetleri çok kapalı olduğundan onları giyen kişinin hemen hemen hiçbir yeri çıplak kalmıyordu. Bu durum kıyafeti giyenin kız mı erkek mi olduğunu saklıyordu. Böylece planın uygulanması da kolaylaşıyordu. Mıco, kadın kıyafetlerine bürünüp Mire Hurusa'nın kasrına girdiğinde ağabeyleri de kasrın yakınlarında bir yerde karsı gözleyeceklerdi. Bu planın yapıldığı gecenin sabahında, Mıco, kadın kıyafetleri giyerek ağabeyleri ile birlikte yola koyulur. Öyleye doğru Arba'ya varırlar. Mire Hurusa'nın adamları tarafından Kasrın kapısına kadar götürülürler. Daha sonra ise Kasrın içine sadece kadın kıyafetine bürünmüş olan Mıco götürülür, içeride Mire Hurusa, bizzat Mıco'yu karşılar ve onu odasına götürür. İşte tam da o anda Mıco daha önceden hazırladığı hançeriyle Mira Hurusa'nın sırtında ve vücudunun değişik yerlerinde yaralar açar. Neye uğradığını bilemeyen Mire Hurusa orada yere yığılır ve ölür. Onun ölümünden emin olan Mıco dışarı çıkıp bağırarak Mire Hurusa'yı öldürdüğünü ve artık zulmün bittiğini açıklar. Zaten zulümden canı sıkılmış olan çevre insanları Mıco'yu takdir ederler. Mıco'ya karşı Hurusa'nın adamlarından hiçbiri harekete geçmemiştir. Çünkü bunlarda Mire Hurusa'nın zulmünden sıkılmıştı artık. Bu insanlarda Mıco'nun yanında yer alacaklardı. Mıco bu hadise sonucunda Hurusa'nın bütün topraklarına ve sürülerine de sahip olmuştur. Hurusa'nın bütün akrabalarını da bu bölgeden kovarak Hurusa'nın mal varlığına da el koymuştur. Bu hadise Mıco'nun ününü arttırmış ve çevresinde birçok insanın toplanmasını sağlamıştır. Gerek çevre köyler gerekse aşiretler onu ziyarete gelip teşekkürlerini sunmuşlardır. Bununla birlikte getirdikleri bununla birlikte getirdikleri değerli eşyaları ve hayvan sürülerini de takdim etmişlerdir. Böylece hem madden hem de manen Arabîler zenginleşmişlerdir. Bu olay neticesinde Arabîler bir aşiret olma yolunda en önemli adımı attılar. Çevrelerine toplanan insanlarla yoğun bir nüfusa sahip oldular. Bu geniş toprakların kontrol edilmesi için topraklar taksim edildi. Halil, Zıvınga Hauvta (daha sonra Halila diye anılacak. Bu gün ki Kılavuz Beldesi)'ya, Hıdır Sohruvaya, Göhreş İzar (Akça köy)'a, Cafer de Dicle nehrinin yakınında yer alan bir bölgeye gönderildi. Şeref Guvela'ya Kasım ise Bamert'e gönderildi. (Siirt civarında bulunan topraklardır.) Bunlar farklı bölgelerde olmakla beraber, genelde Dicle nehrine yakın olan yerlerdir. Bu topraklar, Dicle'den aldığı enerjiyle büyük bir verim sunuyorlardı. Topraklar taksim edilmekle birlikte kendilerine bir baş bir lider seçme düşüncesinde olan Arabîler yaptığı kahramanlığın bedeli olarak bu görevi Mıco'ya vermişlerdir. Böylece Mıco, Arabi aşiretinin seçilmiş lideri oluyordu. Günbegün nüfusları artmış ve değişik yerlerden insanlar onların topraklarında yaşamak ve çalışmak için onlara katılmışlardır. Bu durum onların kısa zamanda bölgenin en hatırı sayılır aşiretleri arasına girmesine olanak sağladı. Bu arada kardeşlerin hepsi evlenmiş ve çocuk sahibi olmuşlardır. Babaları Muhammed Arabi'de ölmüştür. Mıco'nun, Ali Remo adını verdiği çocuğu daha sonra aşiretin başına geçecektir. Ali Remo çocukken de çalışkan ve saygılı bir kişiliğe sahipti. Babasının benzeri bir kişiliği vardı. Ali Remo, dinine de çok düşkün bir insandı. Mıco yaşlandıktan sonra Aşiretin başına o geçti. Ali Remo Aşiret içindeki yaşlı insanların ve din bilgilerin büyük bir saygı duyar, yapacağı işlerde onların da görüşüne başvururdu. Halk onu çok sever ve sayardı. Evlendikten sonra Abdülkerim isminde bir çocuğa sahip olur. Aşiretin bütün halkı tarafından ve diğer çevre aşiretlerce saygı duyulan Ali Remo'nun bu çocuğu onu tam tersi özelliklere sahiptir. Kibirli, gelenek ve göreneklere saygısı olmayan Abdülkerim, aşiretin tebaası tarafından sevilmez ve yaptığı her hareketiyle Ali Remo'nun itibarına leke sürerdi. Zevk ve sefa düşkünü olan Abdül Kerim, ayrıca tanrıtanımaz bir insandı. Hatta bazen kendisini tanrı olarak ilan ederdi. İnsanlara zulüm etmekten adeta zevk duyardı. Düğününde altı kişiyi de öldürdüğü söylenir. Psikolojik sorunları olan Abdülkerim, bazen geceleri silahını eline alıp gökyüzüne ateş açardı. Böylece hem ayı hem de tanrıyı vurduğunu söylerdi. Yaşı iyice ilerleyen Ali Remo ne yarasa yapsın Abdülkerimi yola getirmemiş ve bundan dolayı büyük bir üzüntü duymuştur. Bu dönemde gerek Arabi aşireti içinde gerekse çevre Aşiretlerden Abdülkerim'in yaptıklarına büyük tepkiler gelmiştir. Abdül Kerim, çevresinde adeta bir kaos yaratmıştır. Bütün bunlar iyice yaşlanmış olan Ali Remonun sağlığını da olumsuz etkilemiştir. Her şeye rağmen dininin gereklerini yerine getiren Ali Remo artık Hacca gideceğini söylemiş ve Hacca gitmeden önce aşiretin ileri gelenlerini bir araya getirmiş bunlarla sohbet etmiş ve eğer Hacdan dönemezse Aşiret başına kimin getirilebileceği konusunda aşiretin ileri gelenlerinden fikirler istemiştir. Bu durum aşiretin içinde katı bir hiyerarşi olmadığını gösterir. Aşiretin ileri gelenleriyle bir bir vedalaşan Ali Remo hepsinin hayır dualarını istemiş ve haklarını helal etmelerini dilemiştir. Bunun yanında Aşiret önde gelenlerinden bir dilekte bulunmuştur. Bir dua edeceğini söyleyen Ali Remo herkesin samimi bir şekilde bu duaya "amin" demesini istemiştir. Her zaman için ona güvenen ve onu sayan Arabiler duaya hemen amin demişlerdir. Ali Remo'nun duası ise kutsal topraklarda ölmek istemesiyle ilgilidir. Aşiret önde gelenleri göz yaşları içinde duaya amin demişleridir. Coşkulu bir kalabalık onu uğurlamaya gelir. Büyük kazanlarda yemekler pişirilir ve fakirlere dağıtılır. Yanına aldığı birkaç kişiyle Hac yoluna koyulan Ali Remo'nun birkaç hafta sonra ölüm haberi gelir. Kutsal topraklarda defnedilir. Aşiret ölüm haberine çok üzülmüştür. Günlerce yas tutulmuştur. Ayrıca onlarca hayvan kesilerek fakirlere dağıtılmıştır.

1- Arabî Aşiretinin Kısa Tarihçesi
1-1-Arabi Aşiretinin Kerboran (Dargeçit)'a Gelişi: Hızlı bir şekilde büyüyen Arabîler yaşam sahalarını genişletmişlerdir. Dicle nehrinin en önemli kıyılarında hâkimiyet süren bu aşiretin Kerboran (Dargeçit)'e gelişleri çok önemlidir. Çünkü daha sonra Kerboran'ın yapısında değişiklikler olacak ve burası kısa sürede büyüyerek Aşiretin merkezi haline gelecektir. Buraya gelişleri yaklaşık olarak 18. yy. ikinci yarısına tekabül etmiştir. Mardin'in Kuzey - Doğu yönünde bulunan Kerboran, çevresi çağlarla çevri olup önemli topraklara sahip bir yerleşim alanıdır. Kerboran ismini buraya verenler ise burada ikamet eden Süryanilerdir. Kerboran (Dargeçit ilçesi , bugünkü nüfusu 21000 'dir.) Kervan Geçidi anlamına gelmektedir.
Arabi aşiretinin Kerboran (Dargeçit)'a geliş serüveni şöyle gerçekleşmiştir: Kerboran'a en yakın aşiretlerden olan Alıkiler güçlü bir aşiret olup bazen olamadık durumlarda huzursuzluklar çıkarabiliyorlardı. Alıkiler, bu güçlerini genelde Kerboran'da bulunan Süryanilerin hayvanlarına ve topraklarına tecavüz etme yolunda kullanıyorlar ve Süryanilerin huzurunu bozuyorlardı. Süryanilerde güçlü olmalarına rağmen fazla bir şey yapamıyorlar ve sadece kendilerini savunmaya çalışıyorlardı. Zamanla Alıkilerle baş edemeyeceğini anlayan Süryaniler toplanıp bu durumun nasıl çözülebileceğini tartışmışlardır. Nejat Göyünç'te XVI.yy. Mardin sancağı adlı eserinde buralarda bulunan Süryanilerden bahseder ve onların Ermenilerden ayrı bir ırk olduklarını söyler. Alıkiler'e karşı nasıl bir yol izleyebileceklerini tartışan Süryaniler ortak bir görüşe varmışlardır. Arabî Aşiretinin ününü duyan Kerboran Süryanileri ortak bir görüşe varmışlardır. Arabi Aşiretinin ününü duyan Kerboran Süryanileri Arabi aşiretinin bir bölümünü Kerboran'a getirerek onları Alıkiler'e karşı kullanacaktılar. Süryanilerden bir heyet kısa sürede toplanıp çelık (Çelik)'te bulunan Arabi aşiretini ziyaret ederler ve onlara arzularını açarlar. Süryaniler Arabilerin buraya gelişlerini sağlamak için onlara değerli araziler vermiştir. Sere Kahniye (Su Başı) diye bilinen yerdeki su ve toprakları da Arabi aşiretine vermişlerdir. Bu topraklar çok verimli olup geniş bahçelere sahip olan bir sahaydı. ayrıca burada bulunan değirmeni de arabi aşiretine verilmiştir. Bu değirmen o dönemin en büyük değirmenleri arasında yer almış ve daha sonra Arabilerin Kerboran'daki güçlerini arttırmıştır. Bunların yanında aşiretin reisi için Kerboran'da bir kasır yapılmıştır. Aşiretin başına Ali Remo'nun yeğeni olan Kasım'ın oğlu Mustafa bulunmaktadır. Kasır kısa sürede yapılmış ve aşiretin bir takım üyeleri kasra hemen yerleşmişlerdir. Bu kasır büyük olup o günün şartlarında en iyilerindendir. Arabiler, zamanla Kerboran (Dargeçit)'a doğru hareket etmiş ve kısa sürede hatırı sayılır bir alan işgal etmişlerdir. Arabi'lerin Kerboran (Dargeçit)'a gelişleri kısa sürede buranın değişmesine ve gelişmesini sağladı. Arabiler, Süryanileri korumayı başarılı bir şekilde uyguladılar. Bu zaman zarfında Süryanilere kimse karışmamıştır. Süryaniler ile Arabiler kısa sürede kaynaşmışlardır. Aynı otlaklarda hayvanlarını otlatan bu insanlar yeri geldiğinde birbirlerine kız verdiler. Birbirlerini sık sık ziyaret ettiler. Farklı inançlarda olmalarına rağmen bir birlerinin bayramlarına gittiler ve birbirlerinin kutsal günlerini kutladılar. Bu durum böylece uzun süre devam etti.

1-2-Arabi Aşiretinin Dersim Olayındaki Yeri: 1936'lara gelindiğinde Dersim (Tunceli)'de bir isyan patlak verdi. Daha önceden isyan küçük çapta başlamış ve 1936'ya gelindiğinde değişik aşiretlerinde katılımıyla büyümüştür. Biz bu hadisenin sadece Arabi aşiretiyle ilgili yönleri üzerinde duracağız. Kısa sürede büyüyen isyana karşı Türk hükümeti çözümler bulmaya çalıştı. 1938 yılında büyük çaplı toplar ve silahlarla, ayrıca nehirlerde kullanılacak geçit ve inşaat vasıtaları hazırlamakta ve bunları Dersim (Tunceli) etrafında toplamakta idi. Böylece Dersim İsyanını başlatanların üzerine gidildi. Fakat isyancılar çoğaldığından askeri birlikler müdahalede yetersiz kalıyorlardı. Bu yüzden hükümet Doğu ve Güneydoğudaki bazı Sünni aşiretleri de isyancılara karşı kullandı.9 Arabi Aşireti de isyanı bastırmaya katılan bu aşiretler arasındadır. En büyük özelliği ise diğerlerine nispeten daha aktif olmuş olmasıdır. İsyanı bastırmaya gidiş serüveni şöyle gerçekleşmiştir: Mahmut Ali Remo'nun yeğeni olup Mustafa'nın (Aşiretin Reisi) amca oğludur. İri yarı ve güçlü bir bünyeye sahip olan Mustafa, yanına on kadar adam alarak dersim isyanını bastırmaya gidenlere katılacaktı. Bu insanlar uğurlamadan önce büyük bir şölen düzenlenmiş ve büyük kazanlarda yemekler dağıtılmıştır. Daha sonra hem Mahmut için hem de yanında götüreceği adamları için birer muska yapılır. Muska aşiretin içinde büyüyen bir şeyh tarafından yapılmıştır. Bu arada Dersim İsyanı da devam ediyordu. Gerek Hükümet ordusunun gerekse Sünni aşiretlerin çabaları sonucunda isyan bastırılır. İsyanı bastırmada Mahmut ve adamlarının etkisinin büyük olduğundan daha sonra Hükümet Mahmut'a bir nişan takmıştır. (Bu nişan 1992'de kaybolmuştur.)

1-3-Arabi Aşiretinin Ailelere Bölünüşü: Muhammed Arabi'nin oğlu Mıco'nun Mire Hurusa'yı öldürmesiyle parlayan aşiret zamanla büyümüş ve Ali Remo ile Mustafa'nın liderliği döneminde bu gelişme düzenli olarak sürmüş ve Süryanilerin onları Kerboran'a (Dargeçit) davet etmesiyle bulundukları bölgenin en hatırı sayılır aşiretleri arasına girmiştir. Mustafa'nın ölümüyle birlikte aşiretteki merkeziyetçilikte çözülmeler meydana getirmiştir. Aşirette daha çok aileler ön plana çıkmıştır. Bu durum Arabi aşiretinin özgünlüğünü yitirmesine sebep olmuştur. Bu gün Arabi aşiretinin eski görkemini kaybetmiş olması bu durumun doğal ve tarihsel bir uzantısıdır. Aşiret Mala Mahmut, Cevher, Ramo, Mustafa olarak ailelere bölünmüştür. Bu durum Süryanileri de zor durumda bırakmıştır. Çünkü tek bir merkezi olan aşiret daha güçlü olup bölgedeki Süryanileri koruyabiliyordu. Fakat bu durumun sonucunda aşiretin gücünde azalma olmuş ve Süryaniler yardım bulamamışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasının en önemli nedeni ekonomidir Zamanla büyük bir servete sahip olan bu aileler artık kendi başına hareket etmeye başladılar. Bu durum böyle olmakla birlikte aşiret, diğer aşiretlerle olan ilişkilerin yine birlikte hareket etmişlerdir. Bu durum hiçbir zaman değişmemiş ve günümüzde de devam etmektedir.

2-Arabi Aşiretinin Diğer Aşiretlerle İlişkileri: Arabi Aşireti, Kerboran ( Dargeçit )'a yerleştikten sonra çevredeki aşiretlerle de ilişkileri sıklaşmaya başlamıştır. Bölgede bulunan en önemli Aşiretler Başkıli, Alika, Dumana, Ömerki, Delmımıka, Haruna, Şıkaka aşiretleridir. Bu aşiretler birbirleri ile sürekli çatışma içerisinde olmuşlardır. Bu yüzden Kerboran'a yerleştikten sonra Arabilerle de komşu olan bu aşiretler ve Arabiler ve arasında da çekişmezlik baş göstermiştir. Bu aşiretler birbirleriyle çatışmak için adeta bahaneler aramışlardır. Ahmet Arvasi,Doğu Anadolu gerçeği adlı kitabında bu durumu şöyle açıklar : "Aralarında açık veya gizli rekabet de bulunan pek çok aşiret, Doğu ve Güney doğu Anadolu'muzda otlak ve yaylakları paylaşmış gibilerdir. Yani, her aşiretin, içinde hayvanları ile birlikte dolaşıp durduğu bir saha vardır. Bu bölgemizde, zaman zaman rastlanılan "sınır kavgaları", çok defa buradan kaynaklanır." Otlak Meselesi bu kavgaların bir sebebi olsa da sadece bununla ilgili değildir. Bir rivayete göre bu bölgede başlayan bir kan davası, sadece karşı aşiretten birinin diğer aşiretin köpeğine taş atıp onun bacağından yaralanmasına sebep olmuş olmasıdır. Bu hadisenin sonucunda aşiret mensupları yıllarca bir birlerini vurmuşlardır. Arabi aşiretine komşu olan aşiretler arasında nüfusu en geniş olan ve en güçlü aşiret Aliki'lerdir. Bölgeye ne zaman yerleştikleri hakkında bir bilgimiz olmasa da Arabi aşiretinden çok daha önce buraya yerleştikleri kesindir. İkinci büyük Aşiret ise Ömerkilerdir. Bu iki aşiretin Arabi aşiretine karşı tavır almaları Arabilerin Süryanilerin koruyuculuğunu üstlenmesinden ileri gelir. Ayrıca Arabilerin buraya gelmesi ve burayı bir yerleşim sahası olarak kullanması da çevre aşiretlerin hoşuna gitmemiş ve sürekli bu aşiretler Arabi aşiretine baskı yapmıştır. Ayrıca sürekli olarak Süryani çobanlardan hayvan çalan bu aşiretler Arabilerin karşı koymasıyla karşılaşmış ve bu kaynaklarını yitirmişlerdir. Her ne kadar Arabi Aşireti Süryanileri bu aşiretlere karşı korumak istese de başarılı olamamış ve ilerleyen zaman zarfında çevre aşiretleri yeniden faaliyetlerine devam etmişlerdir. Çünkü bu dönemde de Süryanilerin tarlalarına girilmiş ve hayvanları çalınmıştır. Nitekim bu dönem de Süryanilerin Reisi olan Endravus, Alıki'lerin tutulduğu bir kişi tarafından öldürülmüştür. Endravus, hoşgörülü ve insanlar arasındaki diyaloga önem veren bir insandı. Çevredeki Müslümanların da sempatisini kazanmıştır. Fakat ölümünden sonra başa geçen Şımhun ise onun tam tersi bir karaktere sahiptir. Bu yüzden Endravus'tan sonra Süryaniler ile çevredeki Müslümanlar arasındaki diyalog azalmış ve çoğu kere yerini nefrete bırakmıştır. Endravus'un ölümüyle birlikte Müslüman - Süryani kavgası büyümüş hatta Süryaniler Arabilerle de geçinemez olmuşlardır. Bu geçimsizlik uzun bir süre devam etmiş ve Süryanilerin göç etmesine sebep olmuştur. Baskıya dayanamayan Süryaniler, değişik Avrupa ülkelerine göç etmiştir. 1979'lere gelindiğinde Kerboran (Dargeçit)'da Süryani kalmamıştır.Süryanilerden geriye iki büyük mezarlık ve üç kilise kalmıştır.

3-Aşiretin Ekonomik Yapısı: Arabi aşireti elinden geldiğince Dicle nehrinin kıyılarında ikamet etmiş ve bu verimli toprakları kendisine yaşam sahası olarak belirlemiştir. Arabi aşiretinin Dicle Nehri kıyılarında konaklamasının ana sebebi suyun insan hayatındaki öneminden kaynaklanır. Dicle nehri kenarındaki mümbit topraklar da ki zirai faaliyetler diğer topraklardaki verimin çok üstünde bir gelir getirir. İklimin tipik karasal iklim oluşu bu topraklardan elde edilen ürünlerin şeklini belirtir. Mercimek, nohut, buğday, arpa bu topraklarda elde edilen temel ürünlerdir. Ayrıca bölgedeki bağ ve bahçecilikte aşiretin önemli geçim kaynakları arasındadır. Özellikle Süryanilerin Arabi aşiretine verdiği Sere Kahniye (subaşı)'deki bahçelerin verimi çok büyüktür. İki tarafı dağlarla örtülü olan bu bölgede suyun da bol olması buradaki bahçecilik faaliyetlerini arttırmıştır. Bağcılık faaliyetleri de aşiret hayatında çok önemlidir. Bu bağlardan elde edilen üzüm kurutulup kuru üzüm olarak kullanılmakla birlikte , pekmez ve basık şeklinde de kullanılır. Elde edilen üzüm ve ürünleri genelde ihtiyaçtan fazla olur ve dışarıya da satılır. Bu şekilde Arabiler gelir elde eder. Aşiretin iktisadi hayatında zirai faaliyetlerin çok önemli olduğunu belirttikten sonra ikinci önemli alanın hayvancılık olduğunu belirtmek gerekir. Gerçekten de aşiretin kuruluşundan günümüze kadar hayvancılık, aşiretin hayatında önemli yer işgal etmiştir. Genelde küçük baş hayvancılığının yapıldığı bu bölgede Arabi aşireti de aynı yolu izlemiş ve ağırlığı küçük baş hayvancılığa vermiştir. Bu durumu doğuran sebep ise otlakların genelde küçük baş hayvancılığına uygun oluşundan kaynaklanır. Koyun ve keçilerin yetiştirildiği bu alanda hayvanların sütünden ve etinden yararlanılırken aynı zamanda sütten elde edilen peynir ve yoğurtta ihtiyaç fazlalığı olduğunda çevre köylerden Kerboran'a (Dargeçit) getirilerek satılırdı. Bu durum hala devam etmektedir.Ayrıca çok az da olsa bu hayvanların yönünden elde edilen bir dokumacılık faaliyetleri de vardır. Arabi aşiretinin diğer bir geçim kaynağı da tarım ve hayvancılığa oranla her ne kadar çok sönükte olsa balıkçılıktır.

Dicle'nin kıyılarında ikamet eden Arabi mensupları, buralardaki her şeyi geçimlerinin sağlamak için uğraş haline getirmişlerdir. Ama her ne kadar balıkçılık onların geçimlerinde bir yer tutmuşsa da bu faaliyeti ilkel yöntemlerle yapıyor olmaları onlara fazla bir şey kazandıramamaktadır. Arabi aşiretine gelir getiren diğer bir durum ise Dicle nehri kenarındaki kaplıcalardır. Germ Av (Sıcak Su) kaplıcalarına değişik bölgelerden gelen insanlar Kerboran'ın doğusunda yer alan ılı suyu adeta bir sektör haline getirmiştir. Arabi aşireti her ne kadar buradan bir gelir elde etse de uyguladığı yöntemlerin ilkel olması ve kaplıcaların eski yapılarda bulunuşu ilginin önünü kapatmaktadır. Sonuç olarak şunu demek konuyu toparlamak açısından önemli olacaktır. Tarım ve hayvancılık önemli iktisadi faaliyetler arasında olmakla birlikte balıkçılık ve kaplıcalarda Arabi aşiretine gelir getirir. İktisadi durumu belirleyen temel noktanın Dicle nehri olduğunu söylemek doğru bir çıkarım olacaktır. Hatta denilebilir ki Mısır için Nil nehri neyse Arabi aşireti içinde Dicle nehri odur. Bütün bunlarla birlikte Arabi halkı kendi başına yeterli olamamış ve kendi kaynaklarıyla geçimini yapamamıştır. Bu yüzden aşiret son yirmi senede büyük göç vermiştir. Bu göçlerin bir kısmı mevsimlik göçler olmakla birlikte bazı göçlerde bir daha dönmemek üzere olmuştur.
Arabi Aşiretinin Kültürel Yapısı için Tıklayınız... |
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 1 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı!
Design By.KuPRaSiLi*47
|
|
|
|
|
|
|
|